Müsadenizle konuya biraz geçmişten giriyorum.
Hayat bize yapmak istemediklerimize doğru yol aldırır derlerdi inanmazdım. Ve yapmak ismediklerimizi yaparak olmak istemediğimiz kişiler oluveriyorduk. (Çok kötü bir durum. Bizzat yaşadım.)
Başkalarının sözüne bakarak 2008 yılında bir üniversite tercihi yaptım. Elimde kayıt evrakları üniversiteye kayıt yaptırmaya gittim. Yanımda babam vardı. Okulun kapısında beklerken kapıya karşı duran bankta oturmaya başladım. Sıcak bir eylül günü o sıcakta orda beklerken benim kafamda sıcaktan daha fazla rahatsız eden sorular vardı. Hiç birinin cevabını bulamıyordum.. İçimden bir his ile babama döndüm ‘ben bu bölümü okumam’ dediğimi hatırlıyorum. Babam şaşkınlıkla bakıyordu. Babama anlattım durumu anlamadı ama önemli değildi. Çünkü ben istemiyordum. Bu bölümü okumak istemiyorum dedim. Zor oldu ama kayıt yaptırmadan çektim geldim. Çektim geldim ya.. Düşünün en azından kayıt yaptır, dondur bile aklıma gelmedi. Sanki garanti bir başka durum söz konusuydu.
Bu karar 2 yılıma mal oldu. Zor geçen tam tamına 2 yıl. Tekrar sınava gir iyi puan al. %50’si daha önce yapıp gitmediğim tercih cezasından dolayı kesilince iyi bir puan kalmadı geriye ve bunun için tercih yapmadım. 2 yıl süresince polisliğe ve deniz astsubaylığa başvurdum. İkisinden de sağlık durumundan elendim. (Her bir başvuru ayrı bir macera)
Ve 2010’da tekrar üniversite sınavına girdim. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Hemşirelik bölümünü kazanmıştım. İlk gün dedim ki ‘normal bir öğrenci olmayacağım’. Olmadım da elimden geldiğinde kendimi her konuda geliştirmeye çalıştım.
Üniversiteyi bölüm 1.liği ile bitirdim.
Sonrasında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü’nde Halk Sağlığı Hemşireliği Tezli Yüksek Lisansına başladım. Aynı zamanda VKV Amerikan Hastanesi’nde işe başladım. 1 yıla yakın bir süre çalıştıktan sonra yeni açılan Koç Üniversitesi Hastanesi’ne tranfer oldum. Bu sırada Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü İç Hastalıkları Hemşireliği Tezli Yüksek Lisans’ı kazandım. Şu an tez aşamasındayım. Burayı kazanınca içimde ukte kalarak çeşitli nedenlerle ÇOMÜ’de ki yüksek lisansımı ders döneminde ileride tekrar devam etmek amacıyla bıraktım. O an mutlu değilsek yapmanın bir anlamı yoktu.
Bu sırada dijital yayıncılık, sosyal ağlar, yeni medya, dijital sağlık alanında okumaya ve daha çok okumaya başladım. Okudukça yazma hevesim arttı. Yazdıkça okudum. Okudukça yazdım. Sırasıyla Milliyet Blog, Radikal Blog, Tek Doz Dijital, Türkcell Blog da yazdım. Yazmaya devam ediyorum.
Bu sırada çok ilginç bir olay yaşadım.
Mesleğimden dolayı nöbet usulü çalışıyorum.
İş çıkışı lojmanda internette gezinirken Marmara Üniversitesi’nin Nişantaşı’nda ki İletişim Fakültesi kampüsünde Gazetecilik Yüksek Lisans bölümünün bilişim anabilim dalı bilim sınavı vardı. Benimde yarın için bir planımda yoktu. Bende sınava girmeye karar verdim.
Gazeteciliği aslında her türlü bilgiyi çeşitli araçlar ile topluma ulaştıma çabası olarak görüyorum. Bunu yaparken mesleğin temellerini öğrenmek profesyonel olmayan yaklaşımlarıma farklı gözle bakmamı sağlayabilirdi.
Sabah İletişim Fakültesinin önü kalabalıktı. Herkes elinde notlarla bilim sınavına çalışıyordu. Bende hiç bir formal eğitimim olmadığı halde keyfine geldiğim sınavın saatini bekliyor ve kalabalığı inceliyordum. Bir arkadaş ile tanıştık. Bölümümü sordu hemşirelik dedim. Arkadaş bir beş saniye yüzüme bakakaldı. BÖTE (Bilgisayar ve öğretim Teknolojileri Eğitimi) mezunu arkadaş ezberlemiş semantik web filan.. Bende ise nedensiz bir iç rahatlık vardı.
Sınava girdik boş bir A4 kağıdı verdiler ve 3 tane klasik soru sordular. Tek kağıtlık bir sınavdı. Ne kadar biliyorsan bil 1 sayfaya sığdırmalıydın. Ben 3 sorunun üçünü genel olarak okuyarak, izleyerek ve görerek edindiğim bilgilerle klasik olan soruları infografikli bir şekilde cevapladım. Sınava yaklaşık 150 kişi girmişti. Nedense kendimi gazetecilik mezunu olmasamda şanslı görüyordum.
Öğlen yazılı bilim sınavı sonuçları okul girişindeki panoda asılıydı. İlk 40’a girmeyi başarabilmiştim. Sözlü mülakat için beklerken kişiler hala çalışıyordu. Ben ise sadece zamanın gelmesini bekliyordum. (Hayatta en sevmediğim şey beklemektir) Beni çağırdılar. İçeride 5 kişi vardı. İçlerinden bir hoca hemşirelik mezunumuşsun. Neden buraya başvurdun ve bilim sınavını nasıl geçtin diye sordu. Bende çalışmalarımı anlattım. Yapmak istediklerimi anlattım. Sağlık, Bilişim ve Gazeteciliği buluşturmak istiyorum dedim. Bunun için her türlü kaynakları tükettiğimi söyledim. Sonra başka bir hoca hiç eğitim almamışsın, gazetecilik kültürün yok dedi. Bende 4 yıllık bir kültürü 3 soru klasik ile ölçtünüz ben gazetecilik eğitimi almadan yeterli görüldüm. Gazetecilik eğitim alanlar yeterli görülmedi dedim. Bir hoca farklı bakış açılarına ihtiyacımız var diyerek araya girdi. İyi olabilirsin ve bu konuda farklı yaklaşımlar sergileyebilirsin dedi. Sonrasında bir kaç hoca bilişim ve gazetecilik mezunu olmadığım için uygun görmediklerini ifade ettiler. Sonrasında çıkardılar beni dışarı. Sonuçları beklemeye koyulduk.
40 kişilik mülakat öğrencisinden sadece asil 20 kişi alacaklardı. Ben bir nebze gireceğimi düşünürken genel oylamada orta puan almış olmalıyım ki 9. yedek kalmıştım. Yani gazetecilik ve bilişim bölümlerinden mezun olsaydım alınabilirdim. Ve şu an gazecelik yüksek lisans mezunu olacaktım.
Yani akademisyenlerin değişime kapalı olduğu durumlar olabiliyor. Bunu orda daha net gördüm. Daha öncede görmüştüm. Eminim ki bundan sonrasında da sıkça göreceğim.
Serdar Kuzuloğlu’nun sevdiğim bir sözü var. ‘Aldığım her radikal kararda hep daha güzel şeyler çıktı karşıma!” Gerçekten benimde öyle oldu. Olmaya da devam ediyor.
Hayata karşı hep bitmeyen umutlarım oldu. Arada motivasyonumuz düşse de uzun yollara devam ediyorum. Kimsenin ‘Bana bişey yapamazsın demesine izin vermiyorum’ Bknz. Umudunu Kaybetme Filmi.
Sizde hayallerinizin peşinden gidin.. Hayalinize inanın. Ahmet Şerif İzgören’in sözüyle yazımı bitirmek istiyorum. ‘İnanç, görünmeyene inanmaktır, görünmeyene inanırsanız başkalarının görmediklerini görürsünüz’.
Taner Onay