Ruh hali; yazarken dinlediğinin neresine takıldığınmış. Ben, belkiye takılmışım..
Mesela; acayip zıtlıklar sezdiğin günlerde o zıtlıkları ilk önce yaşadığını farketseydin. Ne fısıldardın çevrendeki hengamenin küllüğüne.
Dedim ben, ‘normali seziden sonra sezdiğini yaşamak olsa da. Eyvallah sezi. Peki şimdi hangi yöne bakayım?’
Cevap gelmedi tabii.
Gelse psikiyatriliğim. Gelmedi.
Sonra geçti zaman tabii.. En boşlukta, yaşama göre erken yazılmış bir güncenin başında buldum kendimi.
Düşündüm, b ı r a k s a m kendimi şöyle birkaç gün. . Ne rahat..
Belki, tam zamanında olurdu yazılan günce. Kazanımlarımdan bahseder, harflerle boynunuza sarılırdım belki..
Ama. Belki…
Belki kelimesinin en fazla rahatsız ettiği şu demlerde bırakamazd..
Bıraktım.
Bir düşün dedim: Belki yoksa, netsindir. Özenle seç, yalın cümleler kur.
Atlat şu ‘ Belki Sendromu’ nu.
Geriye doğru bi’ göz kıstım. Ne yaşamış, ne yaşatmışım?
Muallak insanlarla konuşmamışım.
Sürünceme sezdiren şarkıları dinlememişim.
Belkili sohbetlerde dalıp gitmişim, karşımdakine ‘aynen’ demişim.
Arafta olan hiçbir filmi izlememişim.
Oturduğum mekan mesela, adı ‘Bizim Park’.
Adam net.
Park Bizim. Yok efendim muallak.
Bu süreçten sonra sözüm şu ki, hiç durma kendine yönel arkadaşım:
Danışan da sensin. Terapist de sen.
Hem de tek kelime etmeden. Hiçbir eforu hissettirmeden.
Ama söyleyeyim ‘kendin’ biraz farklı ütopya.
Önce yaşıyorsun sonra seziyorsun.
Hani biraz Tersine Dünya.
Sorular-cevaplar bir kelebek.. Ve sen,
ya bir rüya görmektesin. Rüyanda kelebekler bir odada.
ya da kelebekler bir rüya görmekte. Odanın içinde sen..
Rüyalar kabuslardan iyidir fikriyle..