Ülkemizi bir panayırı izler gibi seyrediyorum. Bu gözlemcilik oyunu beni her zaman kendisine çekiyor. Çünkü insanları, grupları, toplumları gözlemlemek içinde bulunduğun çağı ve anı anlamama yardımcı olduğunu düşünüyorum. Belki benimde kendime anlam arayış yolumda budur.
Yine bir Türkiye klasiği ile karşı karşıya geldik.
Seçimler var.
Vaatler var.
Bu vaatlere göre geleceğini planlayan insanlar var.
Bir kaç gün önce sözleşmeli sağlık personeli atamaları oldu. Bir çok hemşire ülkemizin daha önce belki hiç gitmediği, yaşamayı düşünmediği yerlere atandı.
Hep atanma durumunu merak etmişimdir.
Atama yapmaya iten iç motivasyonu, hisleri bilmek isterim. Çünkü daha önce hiç atamalara başvurmak gibi bir niyetim olmadı. Atanmak istemedim. Bundan sonrada olacağını sanmıyorum.
Bir çok arkadaşım şuan çalıştığı koşulları beğenmediği için atamalara karar verdiler.
Ve atandılar.
Mutlu olduklarını görmedim daha.
Varsa da çok azdır. Çünkü net beklentileri olmayarak gittikleri yere ait bir hayal kurmuyorlardı. Oraya da ait hissetmediler kendilerini. Hala konuştuğumuzda bana bunu söylerler. İşitirim. İçten içe de üzülürüm.
Hep sistemin onları bu tercihe ittiğinden bahsediyorlar. Haklılar bir bakıma fakat tam olarak hak veremiyorum. Çünkü dünyamızın her döneminde sıkıntı yaşadı insanlar. Bu ülkemize özgü bir durum değil. Her nesilden biri ile konuştuğunuzda her biri feleğin sillesini yediğini ve yaşadığı dönemin zorluklar içinde geçtiğini ifade ederler.
Belki hiç bir zaman güneşe çıkamayacağımız yağmurlu ve fırtınalı günlerde yaşayacağız. Belki bakış açımız böyle. Hep güneşli günlerin iyi olduğunu düşünüyoruz. Ya yağmurun güzelliğini hissetmek nasıl bir his.
Biliyorum her kar tanesi romantik yağmaz. Eviniz, yemeğiniz yoksa o kar sizi üşütür. Bu sizi temel motivasyonunuza dönmenizi sağlar: Yaşamak, hayatta kalmak..
Bu atama dönemlerinin de böyle olduğunu düşünürüm hep. Bir yaşam mücadelesi. Daha fazla konfor alanına yaklaşma hayali. Çünkü bu nesil risklerle mücadeleye göre yetiştirilmedi.
Atama yapınca, oraya gidince de sorunlar olacak. Peki o sorunlarla baş ederken mutlu olacak mısın?
Asıl bu soruyu kendimize sormak çok önemli. Bu sorunun cevabını içselleştiremiyor isek bir cenderenin içinde kayboluruz. Sadece temel yaşam parametrelerimiz için çalışırız.
Şayet bu dünyaya da çalışmak için geldiğimizi de düşünmüyorum.. Çok şaşırtıcı gelmiş olabilir. Böyle düşünüyorum. Buna benzer argümanlarım da mevcut. Kimin aklına geldi ütü yapma fikri merak ediyorum. Neyi dert edindi de ütü gibi gereksiz, zaman kaybı oluşturan bir şeyi kimse düşünmeden hayatın bir parçası yaptı? Düşünelisi..
Tekrardan konumuza gelecek olursak, hayat bazen bizi sürükler. Hatta çoğu zaman. Biz kontrolümüzü kaybetmişsek yok olma ile karşı karşıya kalırız. Yok olmadığımızda, yaşıyorsak mutlu bir hayatın peşinden gitmeliyiz. Mutluluk bir varış noktası değil, bir noktaya giderken o yolda anlam vererek yaşadığımız anlardır. Mutlu olmak için bu anları iyi tespit etmek gereklidir.
Şimdi atandın, peki ya mutlu olabilecek misin?