Tarım toplumu, sanayi toplumu, bilgi toplumu derken kendimizi birden akıl toplumunun içinde bulduk.
“Ne oluyor?”, “Nereden çıkıyor bunlar?”, “Kimin tasarımı?”, “Ne gerek var?”, “Bu kadar hız! Bir yere çarpmadan duralım mı?”
İnternet’in sosyal yanı sorgulanıyor… Yakın gelecek; bilgi toplumundan akıl toplumuna doğru yeni bir süreci de öngörüyor. Peki akıl toplumu ne?
İşte size yeni bir kavram daha! Şu günlerde “İnternet daha da sosyalleşir mi?” sorusunun cevaplar aranıyor… Bu soruyu kendime de sordum. İlginç cevaplar çıktı ortaya. Bakın, neler olacak:
TOPLUM YAPISI NASIL OLACAK?
1- İnsanlar, İnternet ortamında birer sanal kişilik alacak. Bu zaten, web sitelerindeki kullanıcı hesapları (user account) şeklinde başladı.
2- Kullanıcı hesapları üzerinde oluşan sanal kişilikler ile çok kullanıcılı oyunlar ve klüpler ortaya çıkacak. Forum siteleri ve network oyunları sayesinde bu da başladı.
3- Kişiler bu klüplerdeki üyelikleri ile sanal ilişkilerini sanal dertler haline getirip gerçek hayattan uzaklaşacaklar. (Bu da başladı)
4- Sanal ortamlarda ‘üretim’ de şekillenecek. Bir ortam düşünün; insanlar oynuyor ama üretiyor da. Ne üretiyor; bilginin türevlerini, alt bilgi kültürlerini üretiyor.
5- Çok kullanıcılı oyunların içine girip, (içine girip diyorum gerçekte içine giriliyor) o sanal toplumun bireyi olarak bir sosyal statü elde edilebiliyor.
Günümüzde inter-aktif oyun denilen sistemlerin içerisinde mümkün ama gelecekte, çok yakın bir gelecekten bahsediyorum, (bu konuya ilgi duyanlar Google üzerinden MUD, MUSE, MUSH gibi terimlerin tarihsel geçmişini araştırabilirler. Çok sayıda Türkçe yayın var.) insanlar fiziki varlıkları önemsemeyi ikinci plana atabilirler. Aslında bu durum da başladı. Nasıl mı?: Bilgisayar başında bir hastalık ya da müptelalık düzeyinde oturan insanlardan bahsediyoruz. İşte kısaca asosyal dediğimiz bir kitle var ve bunlar her gün çoğalacak. Bu insanlar sadece bu dünyanın kurallarına göre hastalık sayılan bir psiko-sosyal durumun içindeler. Diğer taraftan içinde oldukları sanal sosyal ortam onların sosyal gereksinimlerini tatmin etmekte ve sosyallik anlamında bir eksilmeye sebep olmamaktadır.
Yeni düzenin kendisi gibi yeni bir sosyolojiye ihtiyacı var. Hatta sosyal psikoloji dahi, “sanal-sosyal” toplumun şartlarına göre, analizini yeniden yapmalı. Bu düzenin hukuk sistemi de, mevcut maddesel hukukla çözülmesi mümkün olmayan olgular içeriyor. Daha rijit (eğilip bükülmeyen) kuralları olan yeni bir hukuk gerekli olacak. En önemlisi de, günlük hayatın düzenleyicilerinden biri olan iktisat yeniden ele alınacak. Çünkü klasik sistemler “klasik” unsurları ile yeni düzeni tanımlayamayacak. Tabii, bu dediğim sanal toplum tüm insanlığın 1/1000 (binde birini) bile kapsamayacak ama etki olarak dünyayı yöneten kitle ve çevresini kapsayacak. Yani, genel bir sosyal mesele olarak ele alınabilecek kadar önemli görülmeyecek. O da sorunun başka bir boyutu.
EĞİTİM SİSTEMLERİNE NE GETİRECEK?
Eğitim, akademik düzeyin en tepesinden başlayarak nesnelliğini kaybedecek. Tezler, münazaralar, sunumlar tümüyle sanal ortamda yapılacak. Sistem, genel amaçlı birçok branşı örgün (sınıfta hoca karşısında) yapılmaktan çıkaracak. Öğrenciler sorgulama ve araştırmanın klasik yollarından tamamen uzaklaşacaklar. Laboratuar ve uygulama gerektiren branşlar (Tıp, güzel sanatlar ve mühendisliklerin bazıları) bunun dışında kalabilir. Örgün eğitim yükünün hafiflemesi ile eğitim sisteminin -ekonomik bazlı- sorunlarından bazıları çözülmüş olacak.
BÜROKRATİK VE BELGE SİSTEMİ
İleri aşamalarda dokümanter belgecilik tamamen kalkacak kişiler tüm kamusal gerekleri ile birer klasöre hapsedilmiş hesaplar şekline dönüşecek. E-Devlet, TC.Kimlik No, ve E-imza gibi kavramlar bu yolun açılması için gerekli zeminleri hazırlıyor. (Bankacılıkta kullanılan IBAN da bunun bir parçası)
PEKİ, KÖTÜ OLAN NE?
Gerçek dünyada üretenlerin egemenliğinden kurtulamayan insanlık, sanal dünya oluşurken de üretenlerin egemenliğinde kalacak. Yani sanayi toplumu ile başlayan sömürgecilik, bilgi toplumu ile devam edecek. Son aşamada artık bilgi toplumu kendi soyut ortamına yerleştiğinde de yine bir sömürgen kitlenin hakimiyeti sürecek.
* * *
NE YAPMALI?
Üretim-tüketim sarmalında tüketen bölgesinden üreten bölgesine geçmemiz gerekiyor. Bunu başarmak için önümüzde iki yol var:
1- Yüksek teknolojiler üreten altyapıları kendimize kurmak.
2- Yüksek teknolojileri üreten kişileri üretmek.
Bu iki yoldan birincisi pahalı, ikincisi ise çok uzun vadeli. Şu an için yarım asırdır aslında aynı durum söz konusu. Siyasetçilerin “ucuz hesapları” içinde bu iki yol da bizim önümüzde görünmüyor. Yine de, belki olur diyerek bu iki unsuru biraz açalım:
1- Türkiye olarak dünya topraklarının %1 gibi bir bölgesinde yine dünya nüfusunun %1’ine sahibiz. Dünyanın %1’iyiz diyebiliriz. İşte size basit bir kriter. Yani küçük bir dünyayız. Bu %1lik pastamızı iyi bir stratejik öngörü ile yönetmeliyiz.
2- Eylem planları yaparken, ütopik hayallerden kaçmalı, gerçekçi ve kısa vadeli geri beslemeleri olan dinamik bir planlama yapabilmeliyiz. (Yapamıyorsak; bunu yapan birilerinden yardım almalı, bu danışmanlığı verebilecek beyinler yetiştirmeliyiz)
3- Dünya bankası 2007 verilerine göre; “yazılım ve bilgi teknolojileri” sektörü tek başına dünya ekonomisinden %15 kadar pay alıyor. İşte bu “15”nin %1’i bile (yani dünya ekonomisinin % 0.15) iyi bir hedeftir ama bu hedefi; “Her eve bir PC!”, “Her çocuğa IPad” gibi popülist kampanyalar yerine üretken mekanizmalar yolu ile doldurmalıyız.
4- Üretken derken anlatmak istediğim, AR/GE’ye, inovasyona önem vermeliyiz. (Tabii burada; AR/GE ne, inovasyon ne; onları da bilmek gerekiyor!
5- Bu kavramların faydası ancak yeni teknoloji üretenler için olabilir. AR/GE diye desen dairesinde kuş resmi çizmek ya da inovasyon diye hoşafı şişeleyip satmakla Merih’e gidilemeyeceğini kalın kafalıların beynine sokmak lazım!
6- AR/GE’yi teşvik almak için değil, yeni ürünler ortaya koymak için; inovasyonu da ortaya koyulan ürünü “güncel”, “lider” ve “ayrıcalıklı” tutmak için stratejik bir araç olarak görmeliyiz.
* * *
SONUÇ OLARAK:
Doğru ellerde, doğru öngörü ve çalışma ile (yani tembellik yapmadan) güzel bir gelecek bizi bekliyor. Eğer, “akıl toplumunu ‘akıl’ ile kurarsak” bu gelecek öyle ya da böyle mutlaka gelecek. Ama buna ne kadar hakim olacağımızı belirlemek bize kalmış.
Dedik ya; “akıl” diye bir şey VAR… (Yahut YOK!)
Hep sevgi ile kalın.